13 Haziran 2013 Perşembe

Ne Oluyor? Ne Yapmalı? / Erhan SANDIKÇI

Ne Oluyor? Ne Yapmalı? / Erhan SANDIKÇI

Gezi Parkı için yapılan eylem korkunç bir polis vahşeti sonrası katlanarak artan bir destekçi kitlesini buldu. Eylemcilere uygulanan terör yurt çapında bir dalgalanma yarattı. Dün gece İstanbul’un ilçelerinde ve diğer illerde de tepki protestoları gerçekleşti. Milyonlarca insan uyumadı. Sosyal medyada yalnız bu konu konuşuluyor, herkesin gündemi Gezi Parkı için mücadele verenler ve onlara uygulanan polis terörü, yaralı ve ölü haberleriydi. Süreç hâlâ devam ediyor. Ülkenin her yerinde bir hareketlilik söz konusu.

Bu sürecin kimler tarafından yönetildiğini, nereye sürüklenmek istediğini iyi düşünmek gerek. Kimine “aşırı” gelen komplo teorileri olduğu gibi hayâl ettiği tablonun gerçek olmadığını düşünmek istemeyenler de var.

Beni böyle bir yazı hazırlamaya iten, burnuma gelen çok pis kokular oldu. Bazı şeyler iyiye işaret etmiyor. Bazı şeyler rahatsızlık veriyor. Kuşkulandırıyor.

En başta bazı bilinenleri yineleyelim:


1) AKP bir küresel proje olarak 3 Kasım 2002’den itibaren Türkiye Cumhuriyeti yönetimine getirildi. Yaptıkları küresel çetenin emirleridir. Orta Doğu’nun ABD çıkarları doğrultusunda şekil değiştirmesi, Irak’ta Barzani devletinin giderek bağımsızlaşması (Bağdat’tan bağımsızlaşıp ABD’ye bağlanması) ve egemen (ABD egemenliği) olması, Esad’ın devrilip Suriye’nin parçalanması, Türkiye’nin parçalanıp Kürt devletinin oluşturulması, bunun için İran’a da gerekli müdahalenin yapılması küresel çetenin bu bölgedeki hedefleridir.

2) AKP her geçen gün otoriterliğini arttırmış, muhaliflere yönelik baskıyı dünyada az görülmüş bir şiddetle sürdürmüştür. Gerçekten demokrasi, özgürlükler, insan hakları kısıtlanmıştır.

3) 2011’de Kuzey Afrika’dan başlayıp Suriye’ye yayılan “Arap baharı” küresel çetenin işidir. Sosyal medya ve Sivil Örümcek Örgütleri öne çıkmıştır. Devrilenler ABD’ye sırtlarını vererek o günlere gelmişti, fakat ABD çıkarları ile birleştirilen kişisel gelecekleri ABD’nin ve küresel çete içindeki ayrışmaların yeni yol haritasında yoktu. Toplumlar isyana teşvik edildi, turuncu devrimler meydana geldi, demokrasi, özgürlük lâflarıyla daha Amerikancı yönetimler oluşturuldu. Küresel çeteye bağlı örgütlerin başı çektiği hareketler sömürgeciliğe, ABD’ye karşı değildi. Turuncu darbeler Orta Doğu’dan önce Gürcistan, Ukrayna gibi ülkelerde gerçekleştirilmişti.

Dönelim Gezi Parkına…

31 Mayıs’ta akşam ve gece süren eylemlerde bulundum. İstiklâl Caddesindeki büyük kalabalıktan önce gerçekleşen eylemde, grubun önünde polisle tartışan bazı kişilerin kafasına taktığı kaskta “#OCCUPYTURKEY” yazması dikkatimi çekti.

Tıvitırda da en çok kullanılan etiketlerden biri “#occupyturkey”di. Türkiye ve dünya gündemi listesinde ise en üstte “#DirenGeziParkı” vardı.

Facebook’ta ise “Occupy Turkey” adlı sayfa, bu eylemler hakkında en hızlı bilgilerin paylaşıldığı, güncel gelişmelerin aktarıldığı sayfa oldu. Sayfa 1 Haziran saat 3.00 civarında 16 bin üyeye sahipken aynı gün saat 23’te 40 bin üyeye ulaşmış durumda. Büyük olasılıkla da eylemlerin gidişâtı bu sayfadan yönlendirilmeye çalışılacaktır.

“Occupy” işgâl etmek anlamına geliyor. Bu slogan ilk kez 2011’de Wall Street’teki eylemler için kullanıldı.

"Occupy Wall Street" eylemlerinin başını OTPOR-CANVAS çekiyordu. OTPOR, Balkanlarda ortaya çıkmıştı ve Yugoslavya'yı parçalayan "sivil" direnişleri örgütlemişti. ABD'nin dış ülkelerdeki satılık görevlileri beslemek için kurduğu NED'den aldığı destekle ABD'nin "devrim" plânlarını gerçekleştiren bu örgüt daha sonra isim değiştirerek farklı ülkelerdeki "sivil" operasyonlarda da kullanıldı. CANVAS, OTPOR'un kurucuları tarafından kuruldu ve OTPOR çalışmalarını yine dürdürdü.

CANVAS'ın internet sitesi ve sol üstte CANVAS'ın simgesi:

Resim


CANVAS'ın sitesindeki "dış bağlantılar" bölümünde Freedom House, George Mason Üniversitesi gibi küresel çetenin denetimindeki kurumlar

OTPOR/CANVAS farklı ülkelerde operasyonlar-turuncu devrimler gerçekleştirdi demiştik. Farklı ülkelerdeki örgütlenmelerin simgeleri:
Resim


2011'de başlatılan Arap baharında da OTPOR/CANVAS'a büyük iş düşüyordu. 6 Nisan Gençlik Hareketi vb. oluşumlarla küresel çetenin oyunları oynandı. NED'in "yumruk"u yine sahnede:

Resim......Resim

Resim
Resim

Resim Resim

İşte OTPOR'un simgesi ve "Occupy Turkey" sayfasının resmi:

Resim....... Resim

"Occupy Turkey" sayfası Gezi Parkı sürecinin, başından itibaren etkili bir parçası oldu. Sayfanın tam adresi [url]facebook.com/DirenAnadolu[/url]. Yani sayfa kurulduğunda"diren" sözü belirlenmişti. Günlerdir Türkiye'de ve dış dünyada en çok kullanılan "#DirenGeziParkı" sözü buradan çıktı. Sayfa Aralık 2012'de kurulduğunda"DirenAnadolu" bağlantı adını seçerken, livestream adlı video-yayın sitesindeki hesaplarının adı da "revoltistanbul"du. "Revolt" İngilizce "ayaklan" veya "diren"demek.
Resim


"Occupy Wall Street" yani "Wall Street'i işgâl et"in Türkiye'deki devamı olan "Occupy Turkey" feysbuk sayfası Aralık 2012'de kurulmadan önce, Wall Street eylemlerinin başladığı dönemde "Ayaklan İstanbul / Occupy İstanbul" adıyla bir sayfa oluşturulmuştu. Sayfa üyeleri çeşitli aralıklarla "Revolt (Ayaklan) İstanbul" eylemleri düzenliyor,OTPOR/CANVAS denetiminde bir halk hareketi için nabız yokluyordu.

O sayfadan da bir görüntü ("Biz yüzde 99'uz.", Wall Street eyleminin ana temalarından biriydi.):
Resim


"Occupy Turkey" sayfası ise Tayyip Erdoğan'ın ODTÜ'ye tanklarla girmeye çalıştığı, muhalif öğrencilerin biber gazı ve tazyikli suya boğulduğu dehşet olaylar gerçekleşirken kuruldu. O tarihteki paylaşımlara bakıldığında ODTÜ'ye destek eylemlerine de yön vermeye çalıştı görülüyor.

Belki de ODTÜ olaylarına karşı gelişen tepkilerle bir halk hareketi oluşturmayı düşünmüşlerdi, o yüzden sayfayı o dönemde açtılar. Ancak o günlerde büyük toplumsal bir hareket meydana gelmedi. Ancak Gezi Parkını koruma eyleminde belirleyici rol oynadılar. Bahsettiğim gibi, 31 Mayıs günü, büyük eylemden önceki eylemde kafalarında"#occupyturkey" yazan, polis terörüne karşı "gelirlerse üstlerine atalım" diyerek kaldırım taşlarını ufalayan, "katil devlet" diye bağıran kişiler ön saftaydı. Anlaşılıyor ki OTPOR ve CANVAS'ın sözlerini kafalarına ve duvarlara yazmış, kışkırtıcılıkta polisten geri kalmayan bu kişilerin amacı gerginliğin artması ve "demokrasi, özgürlük" kılıfında Amerikancı bir turuncu devrimin gerçekleşmesiydi.

Belki bu satırları okuyanlar bir feysbuk sayfası üzerinden gereğinden fazla sonuca ulaştığımı düşünebilir. Fakat Arap baharının en büyük etkenlerinden birinin WikiLeaks ve örgütlenmesini sağlayanın sosyal medya olduğu unutulmamalı. Ayrıca Türkiye'deki sosyal medya kullanımı Tunus ve Mısır'dakinden daha fazla ve bu yolun etkisi çok daha fazla olur.

"Occupy Turkey" sayfasının çizgisini daha iyi anlamak için bazı paylaşımlarına göz atalım:

Burada Kürt kökenli Türklerin "nasıl özgürleşeceği"ni gösteriyor!
Image resized to : 61 % of its original size [ 817 x 454 ]
Resim


Burada eylem anlayışlarını ve eylemcilere öğütlediklerini göz önüne seriyorlar.
Resim


Burada Uludere'de ölenlere sahip çıkmak bahanesiyle Türkiye Cumhuriyeti Devleti düşmanlığı pompalanıyor. Ayrıca Uludere'ye "Roboski" denerek ulusal birliği ve dil birliğini yıkmaya yönelik bir tutum sergileniyor. Diğer paylaşımlarda doğal olarak Tunceli'ye de "Dersim" deniyor.
Resim


Burada, eylemlerde molotof kokteyl kullanılması öğütleniyor.
Resim


Burada TSK aleyhindeki iğrenç iftira ve karalamalardan biri paylaşılıyor.
Resim


Görüldüğü ve incelenirse görüleceği üzere "Occupy Turkey" sayfası millîlikten uzak, demokrasi-özgürlük-devrimcilik adına millî birlik ve beraberliği yıkıcı propagandalar yapan bir sayfa. Elbette Amerikan karşıtı-tam bağımsızlık yanlılarını toplamak adına sayfada ABD karşıtı bazı yayınlar da yapılıyor(du). Ancak bu "örgütlü" güç meydanda bir kez dahibağımsızlık üzerine, ABD sömürgeciliği üzerine bir slogan atmadı. Çünkü plânlanan "devrim" ABD'ye karşı, tam bağımsızlık ve millî çıkarlar için değil, "demokrasi, özgürlük" kılıfıyla ABD'nin, ABD'yi yöneten küresel çetenin amaçları için yapılacak bir hareket.

Pis kokulardan söz etmiştik...

Pek çok kez Silivri'de insanlara karşı acımasızca polis şiddeti uygulandı, Anayasal hakları engellendi, gözü çıkan insanlar oldu. Millî bayramlarını kutlamak için Ankara'ya giden kişilerin otobüsleri durduruldu. Güç bela Ulus Meydanına ulaşan on binlerce insana da aynı zulüm uygulandı. Bu faşist uygulamalar neden dünya basınında yankı bulmadı? CNN, BBC gibi kanallar neden ana haberlerde, haber sitelerinin baş taraflarında bu haksızlıkları gündeme getirmedi? Rihanna neden mağdurlara destek için tıvit atmadı? Neden yabancı ülkelerdeki insanların Silivri, Ulus Meydanı veya başka yerde polis terörüne maruz kalan Türkler için yaptığı video haber sitelerinde ve paylaşım sitelerinde yayılmadı? Norveç televizyonu olayları canlı yayınla neden aktarmadı?

Çünkü o gün küresel çete medyasıyla, sosyal medyasıyla, Sivil Örümcek Örgütleriyle böyle bir hareket amaçlamıyordu. Ama bugün amaçlıyor!

31 Mayıs gecesi Taksim'den döndüğümde durumu tartıştığım bir dosta, yarın Ertuğrul Özkök Taksim'i Tahrir'e benzetecek mi acaba, diye sormuştum. Zira kendisi "Türkiye'nin Tahrir'i neresi olacak?" diye yazılar yazıp Amerikancı "bahar" özlemini dile getiriyordu. Ve beklediğim gibi kendisi dün Taksim'in artık Tahrir olduğunu anlatan bir yazı kaleme aldı...

"Eğer bu eylemlerde küresel parmak varsa neden güdümlü Türkiye medyası bu eylemleri göstermedi?" diye soranlar oldu. Doğru, ilk gece televizyonlar sessiz kaldı. Sorunun haklılık payı var ama sosyal medyanın bu tür "devrim"lerde öne çıkması zaten hükûmet denetimindeki görsel-yazılı medyaya karşı bir alternatif olarak oluşmadı mı? Dış basın ve son yıllarda inanılmaz bir biçimde yaygınlaşan sosyal medya bu eksikliği kısmen kapatacak güçte.

OTPOR ve CANVAS, küresel çetenin denetiminde. "Occupy" oluşumları, OTPOR ve CANVAS'ın denetiminde. Bu oluşumların denetiminde, yönendirmesinde olan hareketler de küresel çetenin denetiminde olacaklardır.

Gezi Parkından tüm yurda yayılan dalgaya karşı sessiz mi kalınmalı?

Aşırı aydınlıktan gözleri kararmış kimileri için toplumsal bir hareketin gelişmesi, "devrim geliyor!" nidalarıyla sevince boğulmak için yeterli olsa da bizce durumun kim tarafından nereye sürüklenmek istediği düşünülmeli. Elde olmayan şeyleri eldeymiş gibi göstermek aynı amaç uğrunda yürüyenlere zarar verir. Turuncu devrim hevesi görülmeden çizilen yol haritalarıyla doğru yere varılamaz. Ayrıca muhafazakâr-dindar kesimi kapsamayan, onların en azından bir bölümünü içine alamamış bir hareket meşru olamaz. Tabiî mükemmel bir medya gücü yoksa!

Gezi Parkı savunulmalı. Sermayeye peşkeş çekilmesine karşı konulmalı. Bunun için meydana da çıkılmalı. Ancak Gezi Parkını korumayı aşan eylem, polis terörünün uygulanmasıyla da birlikte AKP'nin faşist uygulamalarına karşı biriken tepkinin ortaya dökülmesi durumunu aldı. Bu durumda OTPOR ve CANVAS ilişkili örgütler, BDPKK, Kürtçü-sol gruplar, Nor Zartonk gibi Ermenici örgütler dışında elinde Türk bayrağı, Atatürk posteri olan, vatansever insanlar da meydanın parçası olacaktı. Öyle de oldu. Taksim'de kolunda üç hilâl ve bozkurt dövmesi olanı da gördüm, solcusunu da. Az veya çok, "Mustafa Kemâl'in Askerleriyiz" sloganlardı atıldı, defalarca Gençlik Marşı söylendi... 31 Mayıs gecesi gerçekleşen Taksim eylemindeki polis terörüne tepki olarak meydana çıkan insanların pek çoğu millî bir anlayışa sahip olduğunu belli ediyordu. Ama önemli bir kesim de bunun tam tersi. Söyleyebiliriz ki, etnik düşüncelerden uzak, vatansever insanlar bu sürecin önemli bir parçası durumuna geldi.

Bu fitilin Soros tezgâhıyla yakıldığını bilen vatanseverler, olabildiğince yüksek sesle meydanlara çıkıp sürecin denetimini ele almalı."Tam bağımsız Türkiye" diye inlemeyen bir meydandan çıksa çıksa karşıdevrim çıkar. Vatanseverler, kendileriyle birlikte Türk bayraklarını, Atatürk posterlerini, millî marşları, milliyetçi söylemleri, sömürgeciliğe ve ABD'ye karşı sloganları da öne çıkarmalı. Halk içinde AKP'den rahatsız olanların "diktatör, baskıcı, anti-laik ve İslâmcı Tayyip devrildi" diye rahatlatılıp farkında olmadan başka yollardan aynı sonuca varmasına gidilebilir! Buna engel olabilmek için "devrim"den önce, halk hareketine dönüşen bu toplumsal tepkiyi çok büyük oranda tam bağımsız ve millî bir çizgiye getirmek gerekiyor. Görev bunu sağlamak ve OTPOR-CANVAS bağlantılıların ve bölücülerin geniş tabanlı kitleye "öncü" diye ortaya çıkmasına engel olmaktır! Hazır henüz yönetimsel bir yapı oluşmamışken bunları yapmak gereklidir.

"Kişiler düşünce sahibi olmadıkça kütleler istenilen yöne, herkes tarafından iyi veya kötü yönlere gönderilebilirler."
Mustafa Kemâl Atatürk, 1920

"Yolunda yürüyen bir yolcunun yalnız ufku görmesi yeterli değildir. Muhakkak ufkun ötesini de görmesi ve bilmesi gereklidir."
Mustafa Kemâl Atatürk, 1930

Erhan SANDIKÇI, 2 Haziran 2013KAYNAK: http://www.guncelmeydan.com/anasayfa/index.php?option=com_content&view=article&id=4744:-ne-oluyor-ne-yapmal--erhan-sandikci&catid=1:son-haberler&Itemid=201

30 Mayıs 2013 Perşembe


DEV ŞİRKETLERİN ARKALARINDAKİ GÜÇ

Günümüz ekonomisinde dünyanın sayılı zenginleri arasında veya en çok kazanan şirketler sıralamasında yer almak belki de bir yılı bile almayabilir. Bu şirketlerin veya kişilerin başarı öyküleri kitap, belgesel veya film olarak “siz de yapabilirsiniz” ana fikriyle anlatılmaktadır. Bunlara örnek garajda kurulan arama motoru “GOOGLE”, üniversite öğrencisi Mark Zuckerberg’in yaptığı arkadaşlık sitesi “FACEBOOK” ve üvey ailesinin çok istemesine rağmen üniversiteden ayrılan Steve Jobs’un “APPLE” ıdır.

Peki, gerçekten lanse edildiği gibi bu şirketler üstün başarı örnekleri midir? Yoksa arkalarında bu kadar başarılı olmalarını sağlayan bir güç mü mevcuttur? Böyle bir güç varsa ve eğer kaynak sağlıyorsa neden bunu yapıyor olabilir?

ABD çok önem verdiği istihbarat çalışmalarına 2011 yılında 78,6 milyar Dolar harcamış ve bu paranın 54,6 milyar Doları sivil istihbarata, 24 milyar Doları ise askeri istihbarat servislerine ayrılmıştır. Görüldüğü gibi sivil istihbarat sağlayıcılara harcanan miktar, askeri istihbarat sağlayıcılara sağlanan miktarın iki katından fazla…

İstihbarat toplama araçları o kadar çok ki, ama biz bunlardan sadece askeri istihbarat için gerekli olan araçları biliyoruz. Zaten askeri istihbarat sağlama araçlarının bilinmesi isteniyor sivil araçların bilinmesi toplumun güveninin sarsılacağı için bizlerden saklanıyor. Sivil istihbarata ayrılan bütçe miktarı askeri istihbarata göre iki katından fazlayken sivil şirketlerin istihbarat sağlamak için kullandığı araçlar neler?

İstihbari bilgi sağlama araçların başında internet geliyor. İnternetten önce ise televizyonların bu amaç için kullanıldığı bir zamanlar dedikodu konusu olmuştu. Televizyonların içinde mikrofon ve kamera gizlendiğini ve bu sayede bilgi toplandığı söyleniyordu, muhtemelen de doğrudur ama ben bunun üzerinde durmayacağım. Belki hâlâ bu yolla bilgi toplanmaktadır ama bunun interneti geçeceğini sanmıyorum. Çünkü internet yoluyla bizler farkında bile olmadan ankete tabi tutuluyoruz. Bu anketler yoluyla hakkımızda daha sağlıklı bilgiler elde ediyorlar. Bunun adına fişleme de diyebiliriz. Fişleniyoruz…

Facebook’taki “beğen” e bastığınızda belli bir görüşü desteklemiş olduğunuzu veya bu görüş olumsuzsa destek vermediğinizi beyan etmiş oluyorsunuz. Örneğin bir görüş Amerika hakkında olumsuz bir yazıysa ve “beğen” i tıklıyorsanız Amerikan düşmanı olarak fişlendiniz demektir.

İnternet üzerinden diğer istihbarat toplama aracı ise Twitter’dır. Bu araç, kişiler hakkında daha kesin bilgiler salıyor. Tamamıyla görüşleri ve yaşam tarzlarını yansıtan ayrıca ne yaptığın, konumun ve düşüncelerin belirtildiğin bu site, hakkınızda analiz yapılıp sınıflandırılmanızı sağlıyor ve Amerikan yetkililerine raporlanıyor.

Bir diğer araç ise Iphone telefonlar. Araştırmacılar, Iphone kullanıcılarının gizlice izlendiğini ve hareketlerinin kaydedildiğini belirledi. Guardian Gazetesi, gelişmenin kullanıcıları şaşırtacağını yazdı. Pekâlâ bu ne amaçla yapıyordu? Apple şirketi savunmasında veri toplamadan açıkça bahsetmese de tüketici davranışlarını inceleyip buna göre ürünler ve hizmetler geliştirme amaçladığını savundu. Fakat bu ne kadar inandırıcı vicdanlara kalmış…

Iphonelar sadece hareketleri kaydetme işlemini yapacak kadar masum sayılabilecek bir görevi yapmıyor. Bir diğer iddiaya göre de masanın üzerine bıraktığınız telefon ortamdaki konuşmayı, mikrofonu isteğe göre aktif ederek kaydediyor ya da görüntü alabiliyor.

Özel şirketler aracılığıyla istihbarat toplayan ABD hükümeti, kendi üzerine mesuliyet almadan bu işi gerçekleştirmiş oluyor. Bir sızıntı durumunda ise suçu üstlenmiyor. Suçlu şirket oluyor ve kendine olan güveni sarmamış oluyor. Bunun örneğiyse Google’a ait sokak görünümü kaydeden aracın adsl kullanıcılarının ağlarına girerek kişisel bilgilerini kaydettiğinin saptanması üzerine 7 milyon dolar ceza ödemeyi kabul etmesi.

Kitaplarda okuduğunuz, film ve belgesellerde seyrettiğiniz başarı öykülerinden anlattıklarımla ilişkili olanlar aslında alın teriyle yapılmış, buluş niteliğinde ve kişisel başarı örnekleri değildir

Şimdi bu dünya devi şirketlerin nasıl bu kadar büyüdüklerini ve hızlarını daha iyi anlayabiliyoruz. İstihbarat sağlayan şirketlerin bu servisleri karşısında demek ki iyi ücretler alıyorlar ya da iyi bilgi akışı ve gerekli bilgileri sağlayabilecek projeleri destekliyorlar. Bu sadece şirketler için geçerli değil. kişiler ve hükümetler için de geçerli.

Bal tutan parmağını yalıyor ama her şeyin de bir bedeli var. Çok iyi dost dahi olsalar, çıkar sağlayanlar cezalandırılmaktan kurtulamıyor. Kendi menfaatleri her şeyin önünde olanlar gün geliyor faturayı önünüze uzatıyor ya da ipinizi çekiyor.

Şimdi yetkileri dahilinde kendilerini güçlü sananlar ellerinden yetkileri alındığında diyor ki biz dosttuk, müttefiktik... Ve idrak edebilme yeteneklerini tekrar kazanıyorlar ve düşünebiliyorlar: KULLANILDIM...

CEMİL ÖZCAN